En çok sevdiğimiz, aslında en az anladığımızdır...




''Savaş bittikten sonra pusula gibi kutuplaşan dünyada Türkiye, Sovyet Rusya tehlikesiyle “demokratik bloğa” yaklaşmaya çalışır. Basının da buna riayet etmesi istenir. Fakat bu riayetin çok pahalıya patlayacağını söyleyen usta bir kalem en çok arzu edilmeyen yıllarda Markopaşa adında bir mizah dergisini Aziz Nesin ile 1000 liralık bir sermaye ile kurar. Markopaşa’da Sabahattin Ali en mühim siyasi yazılarını kaleme alır. Bunlardan dolayı tutuklanır ve Sultanahmet’te üç ay hapis yatar. Kimleri rahatsız etmez ki Markopaşa, Cemil Sait Barlas, Falih Rıfkı Atay, Başbakan Recep Peker ve daha niceleri. Son olarak dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü.
Bu üçü içerisinde göze en çok batanı ve Sabahattin Ali’nin de yakinen tanıdığı ünlü gazeteci Mehmet Barlas’ın babası CHP Gaziantep milletvekili Cemil Barlas’a içerlediği Ayıp fıkrasıdır. Ali, Cemil Sait Barlas’ın Meclis’te yaptığı konuşmasında “Markopaşa’nın kökü dışarda” lâfına cevaben yazar bu yazıyı. Nitelikli yazısında şunları dile getirir:
''Bu milletvekili ne yazık ki, bu satırları yazanın elini sıkar ve evine gelen bir adamdır.
Şu gelecek cümle gemileri yakacak cinstendir:
Hâlbuki ben bu milletvekilinin kökü dışarda olduğuna sahiden inanacak olsam, elini sıkmak değil, suratına tükürürdüm.
Bu milletvekili herhalde bu satırları yazanın kitaplarını okumuştur. Bunların içinde bu memleket ve bu millet endişesinden başka bir duygu aksettiren, yani kökü dışarda olan bir tek satır gösterebilir mi?
Vatanımızın istiklali üzerine en küçük bir gölge düşmesin, istiklal anlayışımız Atatürk’ün çizdiği yoldan ayrılmasın dediğimiz için mi kökümüz dışarda?
Bin bir hileli yoldan bağrımıza sokulup bizi tekrar yarı müstemlekeliğe sürüklemek isteyen sömürücü yabancı sermayeye karşı uyanık bulunmak istediğimiz için mi kökümüz dışarıda?
Bu milletvekili pekiyi bilir ki bu satırların yazarı sırf kalemini ve kanaatlarını satmadığı için birçok kahırlara uğramış, o milletvekili gözünde nimet sayılanları tepmiştir.
Kökü bu toprakta olanların en kutsal ve en kaçınılmaz vazifesi olan askerlik hizmetini dahi yapmamış bulunan ve şimdi bazı arkadaşlarının kendisinden daha çabuk parlak mevkilere yükseldiğini görüp içi giden bu milletvekilinin kendini göstermek için daha temiz bir yol seçmesi doğru olmaz mıydı?
Siyasi ihtiraslar bir insanı, başkalarının mukaddesatına dil uzatacak kadar mı ileri götürmeli?
Ayıp değil mi?
Markopaşa sadece hükümet tarafından “Sovyetçi” olmakla suçlanmaz. Falih Rıfkı Atay’ın Ulus’ta benzer sözler ile itham ettiği Sabahattin Ali ve dolayısıyla Markopaşa kendini öyle bir savunur ki Falih Rıfkı Markopaşa’ya düşman kesiliverir.
Ukalanın biri mecliste, Hz. Muhammed’in kızları hendek savaşında şehit düştüler demiş.
Meclis’te bulunan zarif bir zat da “Kızları değil, oğullarıdır, Muhammed’in değil, Ali’nin oğullarıdır. Hendek savaşı değil, Kerbela’dır. Hangi birini düzelteyim, “ demiş. İşte bu hatalar gibi, Ulus gazetesi de âdeti olduğu üzere büyük bir gaf yapmıştır. Hangi birini düzelteyim.
Markopaşa’da başlığın yanında yer alan figüre Ulus’ta yapılan karalamaya karşı şu cevap verilir:
Markopaşa Sovyet değildir, selam ayakta değil, elle verilir. Sovyet selamı öyle değildir. Resimde Markopaşa selam vermiyor, elini kulağına götürmüş dert dinliyor. Ve işin en mükemmeli de bu resim tek bir çizgi ilave edilmeden Ulus’un arşivinden alınmıştır.
Ey Ulus ve ey Falih Rıfkı!
Neren doğru ki, kalemin doğru olsun!''

Önder ÖNDEŞ
..
.
Rıfat Ilgaz'ın da Validebağ Sanatoryumu’ndan çıkınca 100 lira aylıkla ekibe katıldığı Marko Paşa, 22. sayısından sonra hiç beklenmedik şekilde kapatıldı. Kapatılma nedeni gazetenin 19. sayısında çıkan aruzla yazılmış bir şiirdi.

.
SABAHATTİN ALİ'NİN ANISINA SAYGIYLA...

Hiç yorum yok: