40 KUŞAĞI'NIN BULUŞMA YERİ....

  • 40 KUŞAĞI'NIN BULUŞMA YERİ....

    ''....Küllük’ün en genç isimleri 14 yaşındaki Arif Damar ile16 yaşındaki A. Nevzad Odyakmaz ve Oktay Akbal’dır.
    Küllük Kahvesi’nin müdavimleri arasında Ahmet Hamdi Tanpınar, Sadri Ertem, Mahmut Yesari, Peyami Safa, Nurullah Ataç, Salim Rıza Kırkpınar, Cahit Irgat, Arif Dino, Abidin Dino, Rıfat Ilgaz, Suphi Taşhan, M. Niyazi Akıncıoğlu, Samim Kocagöz, Ömer Faruk Toprak, Hasan İzzettin Dinamo, Lütfü Erişçi, Arif Damar, Sait Faik, Celal Sılay, Suat Taşer, Oktay Akbal, Neyzen Tevfik, A. Kadir, Sabahattin Batur, Nuri iyem, Abidin Nesimi, Suat Derviş, Orhan Veli, Cahit Sıtkı Tarancı ve dönemin pek çok aydını bulunmaktadır.
    A. Nevzad Odyakmaz, Küllük Anıları’nda Küllük kahvesini ve müdavimlerini şöyle anlatıyor;
“Küllük kahvesi, Beyazıt camiinin Beyazıt’a bakan kapalı kapısı önüne yerleştirilmiş, üstü mermer masalarla, bahçeyi ortasından ikiye bölen dar yolun öbür yanındaki ünlü “Emin Efendi” lokantasının mutfak bölümüne bitişik, önü tümüyle cam, tek katlı, limonluk benzeri bir yapıdan oluşmuştu. Bu bölümde, çoğunlukla öğretmen emeklileri, üniversite öğrencileri prafa, blum, pastra ya da briç oynar, tavlacılar zar atarlardı.(...) Küllük o dönemin düşün, yazın, sanat, adamlarının bir araya geldiği bir okuldu sanki. Herkes birbirinin öğrencisi, öğretmeniydi. Kimileyin denektaşına vururlardı birbirlerini. Zor sınavlar geçirilirdi.”
Küllük Kahvesi’nin birbirinden değerli isimleri Küllük adlı birde dergi çıkarırlar.



.
  • Zeynep Aliye.
    Türk Dili Dergisi.



    ''....40 Kuşağı'nın moda buluşma yeri Küllük


  • İkinci Dünya Savaşı başlamıştır. Savaş bütün dünya için bir "felaket" olmuştur. Açlık, yoksulluk, baskı, yoksunluk... Savaşa girmemiş olsak da Alman ordusu burnumuzun dibine değin gelmiştir. Faşist ideolojiyi savunan bir siyasal ve ekonomik yapılanma eğilimi yaygın ve egemendir. İşte böyle bir dönemde 40 Kuşağı şairleri faşizme karşı insan sevgisini, eşitliği, özgürlüğü barışı savunmakta, yönetimi ellerinde tutanlara karşı halktan yana şiirler, yazarak gerçek birer aydın davranışıyla savaşım vermektedirler. Aynı zamanda güçlü, Türk yazınını derinden etkileyen şiirlerdir bunlar. Onun Ajans, Vatanlar Masalı, Savaş adlı şiirleri ve daha nice şiirleri savaşın insanımıza yansıyan üzüntüleri ve acıları en iyi anlatan şiirlerdendir. Ancak şöyle yansız bir gözle baktığımızda aynı dönemin öbür adlarından Ahmed Arif, Enver Gökçe, Attilâ İlhan, bugün de tanınan, okunan, izlenen ayrıca genç ozanlarca örnek alınan kalemlerden, Akıncıoğlu değil okur gözünde, yazın ustalarınca bile yeterince bilinmemektedir. Oysa önemli bir ad, Tahir Abacı, onunla ilgili olarak Varlık dergisinin Temmuz 2000 tarihli sayısında: "Ahmed Arif, Enver Gökçe ve Niyazi Akıncıoğlu, Bu üç şairin şiiri, 19401ı ve l950'li yılların öteki toplumcu şairlerinden daha farklıydı" der. Ve sürdürür, "Ahmed Arif ve Enver Gökçe'den de önce şiirini kurmuş olan ve bir bakıma onların şiirini haber veren Niyazi Akıncıoğlu'nun şiirlerini Yarına Doğru'da yeniden yayınladık" demektedir. Abacı, aynı yazısında, "Diğer sosyalist şairler, imgesiz şiirler yazmayı seçiyorlardı. Sadece sosyalist düşüncenin değil, demokrasi değerlerinin bile yoğun baskı altında tutulduğu o yoksunluk ve yoksulluk yıllarında, ufukları Nâzım Hikmet'in şiiriyle sınırlıydı. Oysa bu üç şairin, yerel öğeler ağırlıklı olarak ama farklı kaynaklardan da etkilenerek yeni söyleyişe yönelmeleri, daha özgün ve daha renkli bir şiir kurmalarını sağlamıştı" diyerek Akıncıoğlu'nun önemini vurgulamıştır.
    Ayrıca, “O yıllarda dostluk ettiğim aynı kuşaktan diğer şairlerin, açıkça dile getirmeseler de, bizim Ahmed Arif, Enver Gökçe ve Niyazi Akıncıoğlu'na verdiğimiz öneme biraz bozulduklarını da sezerdim" derken, Toplumcu Gerçekçi şiirin oluşumuyla ve önde gelenleriyle ilgili önemli bir vurguda bulunmaktadır Tahir Abacı. Onun, "Gerçekten de şiirimizde Ahmed Arif ve Enver Gökçe (ve politik açıdan onlardan daha fazla savrulmuş olan Niyazi Akıncıoğlu), tam kurulamamış, kurulsa da genişleyememiş bir konumun başlangıç örneklerini verdiler" sözleri Akıncıoğlu'nun şiirine olduğu ölçüde uzun yıllar yaşadığı çöküntülü duruma bir bakıma ışık tutmaktadır.
    Ülkede Demokrat Parti baskısını giderek arttırmaktadır. Parti yandaşlığı, yurtseverliğin önüne geçmiş, yeni yönetimin sözümona halkçı yaklaşımıyla devrimin ilkelerine tek tek hayınlık başlamıştır. Her dönemde olduğu gibi özellikle aydın yazın ustaları üzerinde yoğun bir gözaltı söz konusudur. Bir yandan da dönemin devrimci ve demokrat düşünceli gençleri teker teker tutuklanıp İstanbul 1. Şube'ye getirilmektedir.
    Ama asıl büyük darbe, TKP Tutuklamaları olarak da bildiğimiz, "1951'in Büyük Gözaltı" olayı ile vurulur. Bu gözaltında alışılmışın dışında, yıldırma yöntemleri uygulanır. Sahte belgelerle sahte imzalarla, sahte üye kartlarıyla insanlara iftiralar atılır, yaşamları karartılır. Köy Enstitülerinin kapatılma davasıyla bağlantılı olarak 168 aydın, yazar, ozan, kültür insanı tutuklanır. Tabutluklardan, falakalardan ve her türlü insanlık dışı işlemlerden geri durulmaz.
    Sonuçta yüz altmış sekiz insan mahkemede yargılanır. Hepsi de cezalandırılır, iki yıla yakın sürer davalar. Bu dönemle ilgili olarak söylenen, "hapishaneler Türk edebiyatı ve edebiyatçıları için bir okuldur" görüşü bu bakımdan son derece uygundur. Zaten neredeyse tüm tarihleri boyunca, Toplumsalcı Türk şiirine yeni bir ses, yeni bir soluk getiren şiirlerin yaratıldığı yerler olmuştur Türkiye'deki cezaevleri.
    Avukat olmak Akıncıoğlu'nun ilk kez işine yarayacak, bu dava sırasında yaptığı savunmayla kendisi ile birlikte büyük bir topluluğa kurulan komployu çökertip beraat edecektir, iki yıl sonra yeniden memleketindedir. Ancak büyük olasılıkla yılgınlık da başlamıştır. Evlidir, çocukları vardır, işsizdir, parasızdır en önemlisi de halkın gözünde "komünist" damgasını yemiş; dışlanmıştır.
    Belki dışarı ilk çıktığı günlerde değil ama zaman geçtikçe büyük gözaltıyı, baskıyı, hele hele yalnızlığı daha yoğun duyumsamaya başlar. Yazın dünyasının merkezinde olmayışı, o büyük dayanışma ağının uzağına düşmesi, özellikle de ağırlıklı olarak "milliyetçi" bir ruhun egemen olduğu Kırklareli'nde, çevresindeki insanların ona yönelik kuşkucu yaklaşımı...
    Pek kuşkusuz doğru yolda olduğunun, güzel şeyler yaptığının bilincindedir kendisi de... Ama aşamadığı bir şey vardır: Özellikle de bir sınır yerleşim bölgesi olan Kırklareli halkının gözünde komünist olmak gibi alçaltıcı başka bir şey yoktur. Nitekim kabuğuna çekilir Niyazi Akıncıoğlu. Uzun bir süre ortalıkta görünmez. İç hesaplaşmaya girer belki de. Belki de “travma"nın yeniden devinime geçtiği dönemdir bu: Yalnızlık, ötekileştirilmek her ne denli belli etmese de boynunu büküp, yüreğini sızlatmaktadır. Umudu kemiren umutsuzluk, yürekliliği, dik duruşu çökerten tedirginlik, korku, yaşama sevincinin içinde çimlenen derin acı, düş kırıklığı, hatta küskünlük, onun ruhsal toprağını darma dağınık etmiş olmalı. Sınır boyunda terk edilen bir kimlik olmamıştır ama toplum içinde soyutlanmış durumdadır artık. Toplumcu çizgiyi savunup toplumca soyutlanmak çok acı kuşkusuz. Arkadaşlarının durumu da hiç iç açıcı değildir; 1940 kuşağı ozanları sürgünlerle, tutukluluklarla oradan oraya savrulmaktadır
  • Zeynep Aliye.
    Türk Dili Dergisi.



    ''....




  • .

Hiç yorum yok: