''1909'da Akçaabat'ın Ahanda köyünde yoksul bir köylü çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası ile ağabeyi Birinci Dünya Savaşı'nda ölünce, Dinamo iki kız kardeşi ile birlikte İstanbul'da öksüzler yurduna verildi. Bu arada Beykoz Kundura Fabrikası'nda çocuk işçi olarak bir yıl çalıştı. Halıcıoğlu Öksüzler Yurdu'nda ilköğrenimini tamamladı. Sonra Bigados, Amasya Öksüzler Yurdunda ortaöğrenimini bitirdi. 1931 yılında ise Sivas İlköğretim Okulu'ndan mezun oldu.
1931-1933 yılları arasında Malatya ve Adıyaman'da ilkokul öğretmenliği yaptı. 1937'de ise Gazi Eğitimin Resim-İş Bölümü'ne girdi. Bu arada bir provokatörün tuzağına düşerek, yazdığı bildiri nedeniyle ünlü 142. maddeden dört yıl ceza aldı. Her devrimciye olduğu gibi cezaevi ona da ikinci bir okul oldu. Roman, şiir, destan yazdı. 1939'da hapisten çıktıktan sonra Adana'ya bir akrabasının yanına giderken bavulunu çaldırdı. Bavuluyla birlikte bütün çalışmaları da kayboydu. Elinde çok az şiiri kaldı.
1931-1933 yılları arasında Malatya ve Adıyaman'da ilkokul öğretmenliği yaptı. 1937'de ise Gazi Eğitimin Resim-İş Bölümü'ne girdi. Bu arada bir provokatörün tuzağına düşerek, yazdığı bildiri nedeniyle ünlü 142. maddeden dört yıl ceza aldı. Her devrimciye olduğu gibi cezaevi ona da ikinci bir okul oldu. Roman, şiir, destan yazdı. 1939'da hapisten çıktıktan sonra Adana'ya bir akrabasının yanına giderken bavulunu çaldırdı. Bavuluyla birlikte bütün çalışmaları da kayboydu. Elinde çok az şiiri kaldı.
İstanbul'a döndü ve Yeni Yol, Sokak, Hamle, Küllük, Ses, Yeni Edebiyat gibi dergilerde şiirlerini yayımlamaya başladı. 1942 yılında, Yeni Edebiyat'ta çıkan bir şiirinden dolayı yeniden bir yıla mahkûm edildi. Aynı yıl askere alınarak, İslahhiye'ye sürgüne yollandı. Bu arada sıkı izleniyordu. Öldürüleceği söylentileri yoğunlaşınca, askerden kaçtı. 1949 yılına kadar kaçak ve zor bir yaşam sürdürdü. Sonunda yakalandı, işkencelerden geçti ve yine kaçtı.
Karacaahmet Mezarlığı'nda saklandığı yıllarda, ünlü "Karacaahmet Senfonisi" adlı eserini yazdı. "Öksüzler", "Cephe Gerisinde", "Şehitler", "Yitikler" adlı roman hazırlıkları ile 2000'e yakın şiirine yine el kondu ve bir daha da geri verilmedi.
1949'da güç bela askerliğini bitirdi. Ama çilesi bitmedi. Yoğun baskılar nedeniyle takma adla yazmaya başladı. Derken 1956'da 6-7 Eylül olayları nedeniyle bir kez daha tutuklandı. Güya bu olanları komünistler yaratmıştı... "Vatan Şarkısı" birçok şiiri ve çevirisi de bu fırtına da yok oldu. Altı ay sonra serbest bırakıldı.
Edebiyata şiirle giren Dinamo'nun ilk şiiri, İzler dergisinde 1926'da çıktı. Sonra Servet-i Fünun, Adım, Taşan dergilerinde çalışmaları görüldü. O ilk şiirlerinde Rıza Tevfik, Yusuf Ziya, Orhan Seyfi ve Enis Behiç gibi ozanlara öykünmüştür. Bir süre de Faruk Nafız''ın etkisi görülür. Daha sonra hece ölçüsü ile başarılı şiirler yazmaya başlar. Sivas Öğretmen Okulu'nda iken "835 Satır"la Nâzım Hikmet'le tanışınca heceyi bırakır. Böylece şiirinin konusu da değişir. Toplumsal konulara döner. 1933'ten sonra ise kendi çizgisini bulmuştur. Dinamo toplumcu gerçekçi tavrını sadece şiirde değil roman ve öykülerinde de sürdürmüştür. Yedi sekiz ciltlik yoğunlukları ile "Kutsal İsyan ve Kutsal Barış" adlı yapıtları birer nehir roman özelliğindedir. "Ateş Yılları" romanında savaşın küçük insanlara çektirdiğini anlatır. Dinamo yitik çocukluğunu hiç unutmamıştır. Bunun için çocuklara da bir roman yazmayı denemiştir. Yıllarca sakladığı karalamasını bana getirdi. Hasan şunu adam et, dedi. Belki iki ay iğneyle kuyu kazarak "Kenti Yiyen Çocuk" adlı çocuk romanını temize çektim. Böylece kitap gün ışığına çıkmış oldu.
Bazı insanların, kişiliği, insanlığı, dünyayı kucaklayan devrimci tavrı, yazdıklarını da aşar. Hasan İzzettin Dinamo işte böyle biriydi. Son yıllarında, çeşitli dergi ve gazetelerde yazdığı kitap eleştirilerinde tüm olumlayan, yanlışı değil doğruyu gören bir tutumu vardı. Babacandı. Yeni yazanları yüreklendirirdi. Bir gün nedenini sordum. "Sevmediğim, beğenmediğim adamın kitabını zaten okumam" dedi.
Karacaahmet Mezarlığı'nda saklandığı yıllarda, ünlü "Karacaahmet Senfonisi" adlı eserini yazdı. "Öksüzler", "Cephe Gerisinde", "Şehitler", "Yitikler" adlı roman hazırlıkları ile 2000'e yakın şiirine yine el kondu ve bir daha da geri verilmedi.
1949'da güç bela askerliğini bitirdi. Ama çilesi bitmedi. Yoğun baskılar nedeniyle takma adla yazmaya başladı. Derken 1956'da 6-7 Eylül olayları nedeniyle bir kez daha tutuklandı. Güya bu olanları komünistler yaratmıştı... "Vatan Şarkısı" birçok şiiri ve çevirisi de bu fırtına da yok oldu. Altı ay sonra serbest bırakıldı.
Edebiyata şiirle giren Dinamo'nun ilk şiiri, İzler dergisinde 1926'da çıktı. Sonra Servet-i Fünun, Adım, Taşan dergilerinde çalışmaları görüldü. O ilk şiirlerinde Rıza Tevfik, Yusuf Ziya, Orhan Seyfi ve Enis Behiç gibi ozanlara öykünmüştür. Bir süre de Faruk Nafız''ın etkisi görülür. Daha sonra hece ölçüsü ile başarılı şiirler yazmaya başlar. Sivas Öğretmen Okulu'nda iken "835 Satır"la Nâzım Hikmet'le tanışınca heceyi bırakır. Böylece şiirinin konusu da değişir. Toplumsal konulara döner. 1933'ten sonra ise kendi çizgisini bulmuştur. Dinamo toplumcu gerçekçi tavrını sadece şiirde değil roman ve öykülerinde de sürdürmüştür. Yedi sekiz ciltlik yoğunlukları ile "Kutsal İsyan ve Kutsal Barış" adlı yapıtları birer nehir roman özelliğindedir. "Ateş Yılları" romanında savaşın küçük insanlara çektirdiğini anlatır. Dinamo yitik çocukluğunu hiç unutmamıştır. Bunun için çocuklara da bir roman yazmayı denemiştir. Yıllarca sakladığı karalamasını bana getirdi. Hasan şunu adam et, dedi. Belki iki ay iğneyle kuyu kazarak "Kenti Yiyen Çocuk" adlı çocuk romanını temize çektim. Böylece kitap gün ışığına çıkmış oldu.
Bazı insanların, kişiliği, insanlığı, dünyayı kucaklayan devrimci tavrı, yazdıklarını da aşar. Hasan İzzettin Dinamo işte böyle biriydi. Son yıllarında, çeşitli dergi ve gazetelerde yazdığı kitap eleştirilerinde tüm olumlayan, yanlışı değil doğruyu gören bir tutumu vardı. Babacandı. Yeni yazanları yüreklendirirdi. Bir gün nedenini sordum. "Sevmediğim, beğenmediğim adamın kitabını zaten okumam" dedi.
12 Mart 1974 sonrası işkencenin kol geztiği günlerdi. Af maf derken birçok arkadaş gibi ben de cezaevinden çıkmıştım. Cağaloğlu May Yayınları'nda karşılaştık. Benzimin kaçıklığına çok üzülmüş; "Kıyafet bu namussuzlar seni de mi çürüttüler" dedi. Pırıl pırıl zeki gözlerinin buğulandığını gördüm. Dinamo, Zihni Anadol ağabey adsız bir dostluk, kardeşlik örgütü oluşturmuştuk. Pek çok yerdeki kültür etkinliklerine birlikte gidiyorduk. İki eski tüfek mücadele arkadaşının aralarındaki ince şakalara bayılıyordum. Zihni ağabey Dinamo'nun damarına basmaya, onu kızdırmayı pek severdi, "Habu lazlar tavuk gibidir, kar yağınca yumurtayı keserler" diye sürekli takılırdı. Nedeni ise Dinamo'nun karı ve soğuğu sevmemesiydi. Zihni ağabey Devrek'liydi ama kendisini Karabüklü gibi görürdü. Çünkü Demir Çelik'te çalışırken solla tanışmıştı.
Karabük kültür etkinliği için Dinamo'yu güç ikna etmiştik. "Daha oraya ilkbahar gelmemiştir, kar vardır, soğuktur" diyordu. Zihni ağabey yemin billah oraların günlük güneşlik olduğunu söyleyerek, Dinamo'yu kandırıp yola çıktık. Otobüs Düzce'yi geçince bir kar tipi göz gözü görmüyor! Zihni ağabey telaşlandı. Kulağıma: "Aman Hasan şunu lafa tut pencereden dışarı bakmasın. Bolu'yu geçince bir şey kalmaz" dedi. Ben de dereden tepeden konuşmaya başladım. Bolu'yu geçtik kar dindi ve ben sustum. Dinamo hınzırca bir gülüşle: "Yahu bırakmadınız ki kelebeklenen karı seyredeyim" demez mi...
Karabük kültür etkinliği için Dinamo'yu güç ikna etmiştik. "Daha oraya ilkbahar gelmemiştir, kar vardır, soğuktur" diyordu. Zihni ağabey yemin billah oraların günlük güneşlik olduğunu söyleyerek, Dinamo'yu kandırıp yola çıktık. Otobüs Düzce'yi geçince bir kar tipi göz gözü görmüyor! Zihni ağabey telaşlandı. Kulağıma: "Aman Hasan şunu lafa tut pencereden dışarı bakmasın. Bolu'yu geçince bir şey kalmaz" dedi. Ben de dereden tepeden konuşmaya başladım. Bolu'yu geçtik kar dindi ve ben sustum. Dinamo hınzırca bir gülüşle: "Yahu bırakmadınız ki kelebeklenen karı seyredeyim" demez mi...
Dinamo'nun Ataköy'deki evine Amerikadan bir televizyon ekibi gelmiş. Adamlar iyi niyetle bir belgesel yapmak istiyorlardı. Beni çağırdı gittim. Gizlice "Hasan dikkat et bunlar CIA ajanı olabilir" dedi. Ekip elemanları diller döktüler, amaçlarını açıkladılar. Dinamo babacan tavrıyla başını geri attı, "Boşuna uğraşmayın beni konuşturamazsınız" dedi ve sustu!
...
Küçükçekmece-Kanarya'da Dinamo'un bir gecekondusu vardı. Oraya her gün düzenli gitmek için birkaç tane kedi besliyordu. Bir gün "Kedi yerine tavuk beslemek sosyalizmin özüne daha uygun düşmez miydi" dedim
Dinamo, "Düşerdi düşmesine de iki ayaklı tilkilere haber anlatmak güçtü. Onu denedim, fakat bütün tavuklarımı çaldılar" dedi.
Dinamo yurdumuzda sol namusun simgesiydi dersek abartmış olmayız. İşte onun taşlama türü bir dörtlüğü:
"El düş gördü biz kâbus gördük/ Solucanda bile biz us gördük/ Geçilmezdi yer boynuz ormanından/Bir çağ dolusu deyyus gördük..."
Dinamo yeniden okunmalıdır. Dinamoyu bilmemek, onun kimliği önünde saygıyla eğilmemek öncelikle bir aydın ayıbıdır. İnsanlık duvarına tek taş koymamış, emeğin mücadelesine sırtını çevirmiş nicelerin adları caddelere, ormanlara verilirken Dinamo'nun adı bir sokağa bile verilmediyse....''
...
Küçükçekmece-Kanarya'da Dinamo'un bir gecekondusu vardı. Oraya her gün düzenli gitmek için birkaç tane kedi besliyordu. Bir gün "Kedi yerine tavuk beslemek sosyalizmin özüne daha uygun düşmez miydi" dedim
Dinamo, "Düşerdi düşmesine de iki ayaklı tilkilere haber anlatmak güçtü. Onu denedim, fakat bütün tavuklarımı çaldılar" dedi.
Dinamo yurdumuzda sol namusun simgesiydi dersek abartmış olmayız. İşte onun taşlama türü bir dörtlüğü:
"El düş gördü biz kâbus gördük/ Solucanda bile biz us gördük/ Geçilmezdi yer boynuz ormanından/Bir çağ dolusu deyyus gördük..."
Dinamo yeniden okunmalıdır. Dinamoyu bilmemek, onun kimliği önünde saygıyla eğilmemek öncelikle bir aydın ayıbıdır. İnsanlık duvarına tek taş koymamış, emeğin mücadelesine sırtını çevirmiş nicelerin adları caddelere, ormanlara verilirken Dinamo'nun adı bir sokağa bile verilmediyse....''
Evrensel.Net-2000
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder